17 Kasım 2008 Pazartesi

TÜRKİYE BİR PARMAK ŞIKLATMAKLA DEĞİŞEBİLİR!


Schrödinger'in Kedisi 'Rüya' ve 'Kabus' romanlarıyla birdenbire hepimizin zihninde müthiş bir ameliyat yaptınız. "Bir şey ne imkansızdır ne de kesin" yargısı ile "bir şey ne illa siyah ne de beyazdır"ı gündeme getirdiniz. Birçokları "hem, hem de" demeye başladı. Bir romanı bu felsefeye oturtmak fikri nasıl doğdu?
-Eskiye, master öğrenciliğime kadar gider. Öteden beri matematiğin siyah-beyazıyla anlatılan ekonomiye itirazım vardı. Alfasıyla betasıyla, standart sapmasıyla bir ekonometrik model kuruyorsunuz ama bu Konya'daki Hatice teyzenin derdini çözmüyor. Bunu farkettim ve bir de baktım meğer Einstein aynı şeyi söylemiş zaten. Döndüm fizik okumaya başladım. Saçaklı mantığı keşfettim ve sıkıntımın çözüldüğünü gördüm. Aristo mantığı ile ussal programlama ile gerçeğin arasındaki uçurum ortaya çıktı. Mesela, devletin yaptığı toplumsal mühendisliğin sökmemesi bunun bir tezahürüdür. Biz kural tanımaz insanlarız. Kırmızıda durmayız çünkü her durmadığımızda ölmeyeceğimiz biliriz. Trafik kontrolü varsa bunu hiç tanımadığımız insanlara sinyalle vs. haber veririz. Kuantum fiziğinin bir şey ne imkânsızdır ne de kesin dediği, her hız yapanın ille de ölmeyeceği bilgisinin bilgisidir. Batı entelijansiyası kesinliğin imkânsızlığını epeyidir konuşuyor. Meğer ikinci aydınlanma çağına girmişiz bile. Ben de bu konular bir an önce Türkiye'de tartışılmaya başlansın istedim.
Batı'nın ve bizim yeni keşfettiğimiz kuantum felsefesi Doğu tarafından çok önceden kullanılan bir şey değil mi?
-Saçaklı mantıktan tutun da kuantum parçacıklarını açıkladığımız "hem, hem de.."ye kadar hepsi var Doğu'da. Tasavvuf bütünün üzerine kuruludur. Buda'dır "kelimeleri yırtın arkasına bakın" diyen. "Deniz mavidir" ama mavilik denizin binbir durumundan bir tanesidir. Gece başka; gündüz başka, dalgada .başka güneşte başkadır. "Deniz hem mavidir hem de değildir" demez de, illa da "deniz mavidir" diye iddia ederseniz, bu politik bir tutum olur, siyah-beyaz İslam da gelir, siyah-beyaz laisizm gelir de, toplum mühendisliği de gelir, ucu faşizme kadar gider. Bir metodolojiye asılıp "illa da bu doğrudur" derseniz diğerlerini devre dışı bırakıyorsunuz demektir. Çin tıbbı sadece metodoloji bahanesiyle yıllarca reddedildi. Daha da kötüsü, metodoloji aklın yerini aldı. Akıl ile hayal birbirinin zıddı gibi görüldü ama doğru değil. Hayal olmadan akıl, akıl olmadan hayal olmuyor. Eskiden IQ vardı sonra EQ geldi duygusal zeka. Şimdi SQ geldi. Batıni zeka, yani yüksek sezgi. İnanılmaz bir dönüşüm bu.
Mantık böyle olduktan sonra demokratik çeşitlilik de fayda etmiyor değil mi? İnsanları siyah ya da beyaza şartlayıp sonra ellerine istediğiniz kadar gazete, televizyon verin sonuç değişmiyor.
-Farketmez çünkü, paradigmayı değiştirip muhalif olmanıza kimse izin vermez. Aynı paradigma üzerinden muhalefet belki kabul edilebilir. Bu anlayışın ülke şöyle dursun, dünyayı getirdiği yer ortada. Benim umudum Türkiye'nin dünyadaki yeni değişimi bu kez atlamaması.
Birbirimizi anlamamaya devam etmemiz halinde neler olabileceğini kitabınızda, bölünme senaryosu ile ortaya koyuyorsunuz. Bunu nereden çıkartıyorsunuz?
-Gözlüyorum. Toplumda birbirleriyle konuşamayan insanların sayısının arttığını görüyorum. Yarı İngilizce yarı Türkçe konuşan bir finansman dehasıyla varoşlardaki iki tane ikiyi toplayamayan insanları görüyorum. Birbirine 2 kilometre mesafede yaşayan iki insan birbirini kesinlikle anlamıyor. Gelir dağılımının bozuk olması ciddi bir meseledir ama asıl mesele eğitim dağılımındaki uçurumdur. Gelir sorununu birkaç senede halledebilirsiniz ama eğitimi asla. Ülkenin bir felsefesi, bir sosyal çekirdek karakteri yok.
Bir karakter oluşamamasında İslam telakkisinin zayıflığı da önemli rol oynuyor olmalı...
-Bakın, güya yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkeyiz ama İslamiyet'in ahlaki çatısını gözardı eden bir ülkeyiz. Müslüman bir öğrenci kopya çeker mi? Türkiye'de çeker. Cuma namazını aksatmayan bir zabıta rüşvet alır mı? Türkiye'de alır. İşçisinin sigorta primini ödemeyip onu ortada bırakan Müslüman patron var mıdır? Evet vardır. Yalan söylenir mi? Evet söylenir. Türkiye'de İslamiyet'in ahlaki zemini çekilmiş durumda. Hangi bağlamda çekilmemiş, cinsellik bağlamında. Cinsellik bunların en kolayıdır.
Toplumsal değer sistemi oluşması için, acil eylem planınız nedir?
-Bu hale gelmemizde herkesin kendi katkısını ortaya dökecek bir özeleştiri yapmasının çok gerekli olduğuna inanıyorum. Herkes bu düzenin bu hale gelmiş olmasındaki kendi payını kendisine dürüstçe itiraf etmeli. Bir ikincisi, ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu kurumlardan başta geleni aydın dayanışmasıdır. Sıkı bir entelijansiyanın önünde silahlı kuvvetler bile duramaz, çünkü hasım olmadığını görür. Çifte standardı olmayan, riyakar olmayan entelijansiya birçok sorunun çözümünün yolunu açar. "Şurada, yanlış yapıyorsunuz" diyebilen, yapıcı eleştiri getiren bir entejansiya olsa, ne ders kitapları bu kadar yanlış olabilir ne siyaset, ne sanat, ne de medya bu kadar yozlaşabilir. Siyasetçi, bugün vur abalıya, günah keçisi oldu. Oysa Meclis'te bulunan insanların büyük bir kısmının iyi niyetli olduklarına yemin ederim.
Romanda sorunların çözümü misyonunu "onarımcılar"a yüklüyorsunuz. Türkiye'nin onarımı için mevcut aktörlerden yararlanma fikri size cazip gelmiyor mu?
-Valla, ben Türkiye'nin gündeminin bir parmak şıklatmak kadar kolay değişebileceğine inanıyorum. Onarımcı adaylarını tanıyorum. Ama bu insanların ülkeye ilişkin tasarıları, öngörüleri gündeme gelmiyor. Belki de kaotik olmaktan korktuğumuz için cesaret gösteremiyoruz.
Ama bu tesbiti kolayca tersyüz etmek de mümkün. Herkesin durumun devamından memnun olduğu için sorunun çözümlenemediği de pekala ileri sürülebilir.
-Eğer öyleyse felaket tellallığı yapmamıza da hiç gerek yok. Bu ikiyüzlülüğü hiç anlayamıyorum. Bir yandan "yahu, iyiyiz böyle işte" diyorsak "perişan olduk, öldük bitik" diye ağlaşmanın anlamı yok.
Hemen her saptamanızda kendinize özgü bir milliyetçilik görüşüne sahip olduğunuzu farketmemek mümkün değil... Tabi, MHP milliyetçiliği gibi değil!
-E, bu çok normal değil mi? Türk'üm. Öte yandan, MHP'nin nasıl bir milliyetçilik anlayışına sahip olduğunu da bilmiyorum.
Milliyetçilik bayrağı onlarda. Nasıl bilmezsiniz?
-O zaman başka şeyler de söylenebilir, örneğin, hem milliyetçilik bayrağını hem de IMF bayrağını nasıl taşıdıkları gibi... Halk olmak diye bir şey var. Bu dünyada kelaynaklar yaşayacak diye bir çaba gösteriliyorsa müsaade edin de ben de kendi kültürel türümü yaşatmak için çaba göstereyim.
Kim olduğunuz sorulduğunda kendinizi, bıkmadan usanmadan, "Müslüman-Türk" olarak tanımlıyorsunuz...
-Başka nasıl tanımlayabilirim ki?! Bu toprakların insanıyım, Türkçe konuşuyorum, herhalde Hıristiyan değilim. İnanın bana, bunun sorulmasına bile inanamıyorum. Atatürkçü, laik vs. tanımları alt-gruplardır, meğer ki siyasi bir mesaj veriyor olasınız, tanımlama alt-gruplardan başlamaz.
ALEV ALATLI-Yeni Şafak (13.01.2002)

Hiç yorum yok: