2 Kasım 2014 Pazar
28 Eylül 2014 Pazar
13 Eylül 2014 Cumartesi
9 Eylül 2014 Salı
4 Temmuz 2014 Cuma
27 Haziran 2014 Cuma
15 Haziran 2014 Pazar
KARAKALEM
13 Haziran 2014 Cuma
12 Haziran 2014 Perşembe
KANDİLİNİZ MÜBAREK OLSUN...
10 Haziran 2014 Salı
CENGİZ AYTMATOV ' UN ANISINA
Eserlerinin bazıları Türkiye'de de film yapılmıştır. Selvi Boylum Al Yazmalım bunlardan birisidir. Benim çok sevdiğim kitapları arasında Gün Olur Asra Bedel, Dişi Kurdun Rüyaları, Cemile, Cengiz Han'a küsen Bulut, Toprak Ana vardır. Diğerlerini de okudum ama bunların zihnimde ve yüreğimde bıraktığı izler daha bir başka oldu.
Eserlerinde efsanelere ve halk hikayelerine yer veren yazar, bunların gençler tarafından unutulmamasını ve kültürün devamını hedeflemiştir. Benim özellikle zihnimde yer eden, Gün Olur Asra Bedel kitabında ki "Mankurt" kavramıydı. Kitapta geçen bu efsaneyi okuduğumda çok etkilendim. Bu efsane, günümüze de hitap etmekte ve pek çok insanın içinde bulunduğu durumu özetlemekteydi. Kitabı ilk okuduğumdan bu yana uzun yıllar geçti. Birden fazla okudum ve her seferinde ayrı bir lezzet aldım, yeni şeyler öğrendim.
Yazarın özellikle 2. Dünya Savaşı dönemini anlatan kitaplarında, savaş döneminin bütün sıkıntılarını yaşayan Kırgız halkını görüyorsunuz. İnsanı derinden sarsan olaylarla karşılaşıyorsunuz. Komünist bir dönemin getirdiği yeniliklere uyum sağlamaya çalışan halkın, aynı zamanda savaşın getirdiği sıkıntıları nasıl göğüslemeye çalıştığını sanki birebir yaşıyorsunuz. Tabii günümüz aşklarına benzemeyen, saf ve temiz aşkları da kitaplarında görüyorsunuz. Çünkü, bu aşklar günümüz aşkları gibi süfli duygularla, bedene indirgenmiş aşklar değil; yüce duygulara hitap eden yüksek bir değer olarak işlenir.
Aytmatov'u okumak zevkli, aynı zamanda bilgilendirici bir faaliyettir. Hayatımda önemli yeri olan bu kitapları okumanızı tavsiye ederim. Bu büyük insanı rahmetle anıyorum. Bir sonra ki yazımda, günümüze de ışık tutan Mankurtlaşmak konusunu ele almak istiyorum.
5 Haziran 2014 Perşembe
BEN DE MİMLENDİM:))))
1) Blog açma hikayeniz nedir?
2007 yılında sevgili arkadaşım gonuldenele, blog açtığını söyleyince, interneti seven ben de,bir blog açıp insanlarla bir şeyler paylaşmak istedim. Macera böyle başladı:)
2) Blog isminiz nerden geliyor? Neden bu isim?
O günlerde, televizyonda bir program var ve ismi "Hayata Evet". Konusu ise kişisel gelişim. Ben de blogumu, daha çok, kişisel gelişim üzerine oturtacağım için bu ismi kullanayım dedim.
3) Hangi mevsimi seversiniz?
Hepsini severim. Bir mevsim bitiyorken, diğerini özlemiş olurum:)
4) Bu mevsim size neyi çağrıştırıyor?
Kış mevsimi karı, yağmuru ve okulu,
İlkbahar canlılık ve cıvıltıyı,
Yaz tatili ve gezmeyi,
Sonbahar ise sararmış yaprakları ve tatil rehavetinden kurtulmayı çağrıştırıyor.
5) Kırmızı ruj mu yoksa eye-liner mı?
Eye-liner tabii ki.
6) Blog yazmak sana ne kazandırdı?
Blog yazarak çok farklı bir dünyaya dahil oldum bence. Çok farklı konularda, bu sayede farklı bakış açıları kazandım.
7) Kitap okumak mı yoksa bir şeyler yazmak mı?
Kitap okumak derim...
8) Şiir mi yoksa roman ya da hikaye mi?
Şiir okumayı çok sevmiyorum. Roman ya da hikaye daha bana göre.
9) En çok etkilendiğin film?
"Tibette 7 Yıl" ve "İyi, kötü, çirkin" diyebilirim. Ama unutamadığım başka bir sürü film var.
10) Öğrenci olmak mı yoksa iş hayatına atılmak mı?
Bazen öğrenci rahatlığı ve uçarılığı içinde olmak istiyorum, bazen de çalışma hayatından çok zevk alıyorum. Ruh halime göre değişiyor.
11) Kitap okumak mı, film izlemek mi?
İşin doğrusu her ikisini de çok severim ama tercih yapmam gerekirse, kitap derim.
12) Hangi tür kitaplar ya da filmler?
Her türlü kitap ( şiir hariç ) ve her türlü film olabilir. Yeter ki güzel olsun.
13) Klasik giyinmek mi, yoksa spor mu?
Yerine göre değişir.
14) Almaktan asla vazgeçmeyeceğiniz şey?
Kıyafet ve mutfak eşyası. Mesela bu günlerde çay tabağı ve çay bardağına takıldım, buldukça almak istiyorum:))
15) En sevdiğiniz yemek ?
İçli köfte:))
16) En sevdiğin diziler?
Türk dizilerinden "Yalan Dünya", yabancı dizilerden "Vikings"
17) Özel bir yeteneğin olsaydı, bunun ne olmasını isterdin?
Hitabet sanatını bilmek isterdim.
18) Hasta olmanın en kötü yanı nedir?
Aciz olmak...
19) Alınacaklar listen var mı? İlk beşi nedir?
Olmaz mı???:))))))
-Beyaz bir çanta
-Yazlık merserize hırkalar
-Babet
-Bu sene moda olan, ayak bileklerinde biten ve uçuşan etekler
-Pantolon
20) İlk aldığın makyaj malzemesi?
Acaba neydi ki?? Rujdu herhalde:))
E ben de birilerini mimleyeyim:)
http://gonuldenele.blogspot.com.tr/
4 Haziran 2014 Çarşamba
PEYNİRİMİZİ KENDİMİZ YAPALIM MI? HEM SAĞLIKLI HEM YAĞSIZ...
6 Eylül 2013 Cuma
SEN ÖYLE ÇAĞIRMASAN, BEN BÖYLE GELMEZDİM...
Nar ağacı sayesinde, yeni bilgiler edindim, değişik duygular yaşadım. Kalandar (Kalandar Rumi Takvim'in ilk ayıdır. Kalandar'ın birinci günü Miladi Takvim'e göre Ocak ayının 14'üne tekabül eder. Karadeniz Bölgesinde, özellikle Trabzon ilinde bu gecenin ayrı bir önemi vardır. Geleneksel olarak bu gecede çocuklar dışarı çıkar ve evleri dolaşmaya başlarlar. Ellerindeki poşetleri evlerin kapısına koyup zile bastıktan sonra ev ahalisinin poşetin içine koyacakları hediyeleri beklerler. Bu sırada da bazı maniler söylerler.), Harşit çayı, zerdüştlerin ölülerini ne yaptıkları,İran'ın o dönemde nasıl bir ülke olduğu, Balkan savaşında neler yaşandığı gibi bir sürü şeyi dağarcığıma ekledim.O dönemde ki Osmanlı'da ki yöneticilerin yaptıkları yanlışlar, gencecik insanların zor şartlarda, cepheye sürülüp, daha savaşamadan salgın hastalık, açlık yorgunluk gibi sebeplerle ölmeleri beni kahretti.O dönemde karadeniz bölgesinden Ruslar geliyor diye, batıya göç olduğunu öğrendim.Tabii Bolşevik ihtilalinin nasıl şekillendiği hakkında fikir sahibi oldum vs. vs....
Çayı çok sevmem dolayısıyla, İran'da ki çayhaneler hoşuma gitti. Yazar öyle güzel anlatmış ki, bazı bölümleri okurken kendimi orada çay içerken buldum:)) Kitapta çayhanelerin orada ki sosyal hayata katkısının önemi anlatılmış.Rusların İran üzerinde ki etkisi de var tabii.
Kader ağlarını örüyor ve nereden nereye diyecek bir hikaye ortaya çıkıyor. Hikaye çok gerçekçi, çünkü Nazan Bekiroğlu'nun dedesi ve anneannesinin hikayesi.Yazılanlar da kendisinin yaşadıkları ve tabii biraz da kurgu. Kitabın çarpıcı olması bundan kaynaklanıyor herhalde.
Bu kitapla ilgili daha yazacak çok şey var, ama ben size onları yazmak yerine, alın okuyun derim. Alın, okuyun ve hayatınızda hoş bir tat bıraksın bende ki gibi....İyi okumalar...
TEKRAR, YİNE YENİDEN...
14 Ağustos 2013 Çarşamba
BAYRAM KÖMBESİ
Malzemeler:
8 su bardağı un
1 su bardağı tereyağı
1 su bardağı sıvı yağ
3 su bardağı şeker
2 su bardağı süt
2 paket kuru maya( yaş maya da olabilir ben küçük paket kuru mayayla yaptım)
2 paket kabartma tozu
Tarçın
Karanfil
Yenibahar
Çörekotu
Susam
Unla birlikte maya, şeker, süt, yağlar, kabartma tozu, baharatlar, çörek otunun ve susamın az bir miktarı ile sert olmayan bir hamur yoğuralım. Eğer elimize yapışıyorsa bir miktar unla dengeleyelim. Mayalanmaya bırakalım. Mayaya geldikten sonra, üst kısmını bolca susam ve çörek otuna batırarak ( biraz da üzerine bastıralım ki susamlar dökülmesin) fırında 175 derecede üzeri kızarana kadar pişiriyoruz. Afiyet olsun, ama kilo olmasın :))
12 Mayıs 2013 Pazar
10 Mayıs 2013 Cuma
BUKET UZUNER VE SU...
9 Ocak 2013 Çarşamba
2 Ocak 2013 Çarşamba
mevsimlerden Roma...: *DEGISMEYEN TEK SEY DEGISMEK...
7 Ocak 2012 Cumartesi
TÜRKÇE ROMAN ABD'DE BESTSELLER OLDU
Maryland Üniversitesi'nde 35 yıldır mühendislik alanında öğretim üyeliği yapan Türk profesör Yavuz Oruç'un, 9 Aralık'ta ABD'de Türkçe basılan romanı "İkinci Peron", satış listelerinde üst sıralara yerleşti.
Okuyucuyu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş yıllarında yolculuğa çıkaran romanın ilginç karakterleri ve otantik aşk hikayeleri, döneme farklı pencerelerden baktırıyor.
Yazarın, annesinin günlüklerinden, mektuplarından ve takvim yapraklarına tutulmuş notlarından yola çıkarak yazdığı roman, gerçek ve kurguya dayanan olaylar örgüsüyle dikkati çekiyor.
Bilkent Üniversitesi'nde de dersler veren Prof. Dr. Yavuz Oruç, yaptığı açıklamada, "İkinci Peron" romanının aralıkta ABD'de Türkçe basıldığını belirtti.
ABD'ye doktora için gittiğinden bu yana 35 yıl geçtiğini, bu sırada ülkede elektrik mühendisliği alanında birçok proje hazırlayıp, birçok bilimsel makaleye imza attığını belirten Oruç, "İkinci Peron"un ilk romanı olduğunu söyledi.
Oruç, "Kitabımın, ABD'de basılan ilk Türkçe romanlar arasında bulunduğunu söyleyebilirim" dedi.
Romanının, 17 yaşındaki kahramanı Tomris'in, Ekim 1942'de, Ankara'da 2,5 yıldır eğitim aldığı İsmet Paşa Kız Enstitüsünden ayrılıp memleketi Amasya'ya gitmek üzere trene binmesiyle başladığını dile getiren Oruç, bu yolculuk sırasında hem gerçeğe hem de kurguya dayalı olayları geriye dönüşlerle anlattığını söyledi.
Yavuz Oruç, romanının kurgusunu şu sözlerle özetledi:
"Tomris'i dayısı okuldan alıyor. Trenle Amasya'ya giderken yan kompartımanda iki kişiyle karşılaşıyor, bu kişiler, ileride tanıyacağı bir çocuğun annesi ve babası. Tren giderken, zaman eğrisinde hayal kuruyor ve tüm geçmişini düşünüyor. 1900'lü yıllara kadar gidiyor, anneannesini, dedesini, annesini, babasını onların nasıl evlendiğini hatırlıyor. Tomris, trenin hareketiyle, geride bıraktığı zamanı ve bir yandan da geleceğini düşünüyor."
Romanında Osmanlı-Rus Savaşı'ndan 2. Dünya Savaşı'nın bitişine kadar geçen zamanda gerçek ve kurgusal öyküleri, romanın kahramanı Tomris'in çevresindeki ilişkiler üzerinden anlattığını bildiren Oruç, romanındaki ilginç karakterler ve otantik aşk hikayelerinin, döneme farklı pencerelerden bakılmasını sağladığını da kaydetti.
"Karakterler benim çok yakınımda"
Romanı yazmaya nasıl karar verdiğini de anlatan Yavuz Oruç, romanın kahramanlarından Tomris'in annesi olduğunu ifade etti.
Annesinin elindeki mektuplarla bir gün kendisine gelerek "bunları yazar mısın?" dediğini aktaran Oruç, romanın "Başlarken" bölümünde şu ifadeleri kullandı:
"2010 yılının sıcak bir haziran gecesiydi. Yeşilırmak Nehri'nin kenarında bir apartmanın dördüncü katında, elinde bir fotoğraf albümüyle gözlerimin içine bakarak 'Yazar mısın bunları?' diye sorduğunda, 'Elbette' demiştim. 'Elbette yazarım'. Sonra torba torba Şaziment'in, diğer arkadaşlarının, ablalarının, hocalarının mektuplarını önüme yığdığında ve teker teker okuduğumda her bir mektubu, bildim ki yazmalıyım.
Anlatmalıyım, kalemimi tutup yazabildiğim kadarıyla, çocukluk hayallerinin nasıl yıkılıp yok olduğunu, gençlik umutlarının nasıl yeşermeden solup sarardığını. Sadece seni değil, diğer kahramanların senin öykünle kesişen öykülerini de anlatmalıyım ki bilinsin her şey acısıyla, tatlısıyla...
1942 Ekim'inde bindiğin Amasya trenine seninle binmeyi ne çok isterdim bir bilsen. Binemedim elbette. 1953 yılı daha doğmamıştı benim gibi, ama bana verdiğin o mektuplar yok mu? Beşik gibi salladı beni Amasya'yla Ankara arasında. Gel istersen tekrar çıkalım yola, dolaşalım birlikte o eski mekanları zaman eğrisinde 1900'lü yılların başından başlayarak..."
Yıllardır bilimsel araştırmalarla uğraşan bir akademisyen olarak yazdığı romanın başka heyecanlar yarattığını dile getiren Oruç, "Bu heyecanı başkalarıyla paylaşabilmenin mutluluğunu yaşıyorum" diye konuştu.
Sırada bir aşk romanı var
Kitabının ABD'deki internet satış listelerinde çeşitli kategorilerde farklı sıralarda yer aldığını, ancak bir listede 12. sıraya kadar yükseldiğini bildiren Oruç, "İngilizce olarak yazdığım akademik bir kitabım da var, ama ABD'de Türk romanı hemen hemen basılmıyor. Bir Türk romanının bu sıralara yükselmesi ilginç oldu gerçekten" dedi.
Romanın kadınlara biçilen rolü irdelediğini söyleyen Oruç, "Kadınlara 'Sen bu olacaksın, sen şu olacaksın' denilir hep. Aslında bu, sadece o yıllarda değil, teknolojinin bu kadar ilerlediği günümüzde bile böyle" diye konuştu. Oruç, romanın Türkiye'de basımı için bir yayınevi ile görüşmelerinin devam ettiğini de söyledi.
Sonraki romanında Amasya'nın elma bahçelerini anlatan Strabon ile Mihri Hatun arasındaki aşkı yazmak istediğini belirten Oruç, "1600 yıl gibi bir zaman var aralarında. Kadın toprağa, bahçeye, Amasya'nın güzelliklerine aşık. Mihri Hatun Strabon'u biliyor, Strabon ise Mihri Hatun'u bilmiyor. Bu da çok ilginç bir roman olacak" dedi.